Kavramlarla Gör(eme)mek
Kavramlarla algıladığımız bir hayatın içerisindeyiz. Modernin yüksek hızıyla hareket ederken yeni kavramları daha çok görüp, daha fazla biliyoruz artık. Bu kavramlar, görünmez olanı görünür yaparken zihin dünyamızda bir yönlendirme aracı olarak da işlev görüyor. Aynı kavram çatısı altında, yakın zaviyelere açılan pencereler zamanla farklı algılara seslenebiliyor; algılar da kavramları zaman içerisinde değiştirebiliyor. Algıların yönetilmesinde bir araç olarak kullanılabilen kavramların dünyasına girebilmek için Platon’un mağara alegorisini hatırlamakta fayda var. Bir mağarada sadece karşılarındaki duvara bakabilen mahkûmların, arkalarında yüksekçe bir duvar olduğunu; duvarın arkasında da bir ateş yandığını düşünelim. Duvarın üzerinde yürüyenlerin gölgeleri mahkûmların karşısına yansıdığında, arkalarına bakamayan mahkûmlar bir süre sonra gölgelerin konuştuğuna ikna olurlar. Mağarayı kurgulayanların istediği yönde hareket eder mahkûmların tüm algıları. Sosyal medyanın kurgulanmış havası da tıpkı Platon’un mağarası gibi değil mi sizce de?
Kavramları ortaya koyanların yönettiği bir dünya gündemini hep birlikte yaşıyoruz. Salgınlar, savaşlar, çevre kirliliği, insan hakları gibi önemli başlıkların içine baktığımızda yine büyük bir kurgu bizi karşılıyor. Örnek olarak insan hakları konusunu ele alalım isterseniz. Bu kavram, medenî, çağdaş ve ilerici dünya ülkelerinin sadece kendi çıkarları doğrultusunda belirli insan topluluklarına, çıkarlarına hizmet ettikleri müddetçe lütfettikleri bir hediye değil midir? Dünyanın geri kalanı için de onların kültürel, maddi ve mânevî tüm kaynaklarına saldırmak için kullanışlı bir bahanedir bu balon kavram. Peki, kavramların istikametinde algıların şekillendirildiği bir dünyada, aslında hayatı kavramlarla algılarken özü görememek gibi bir tehlikeyle karşı karşıya kalıyor muyuz?
Kavramların arttığı, gündemimizde bir yığın gibi biriktiği bir dönemde; kavram yığınları içerisinde aslında özü kaçırıyoruz. Öze dair kavramların, tıpkı YouTube algoritmasında olduğu gibi, gerilere atıldığı kurgulanmış bir dijital mağarada, aslında görmüyoruz. Görmediğimizden uzaklaşıyor; başkalaşıyoruz. Sonra olduğumuz hâl bizi rahatsız ediyor, biraz bakınmak istiyoruz fakat yeni bir kavram dünyası ile öz bizden uzaklaştırılıyor; bize asla yaklaştırılmıyor. Dünyanın her tarafından haberler seyredip gerçeği görmüyoruz, göremiyoruz. Göremediğimiz alanda icra edilenlerin, dünyanın ve insanlığın asıl gündemi olduğunu kaçırıyoruz. Bu kocaman dijital mağarada gölgeler konuşurken, “aslında konuşanlar insan değil!” diye seslenenleri zaman zaman linç ediyor; “bu mağaranın dışarısında hayat var!” diyenleri meczup ilan ediyoruz. Ama tekrarlıyorum; görmüyoruz, göremiyoruz…
Bir eser önerisi: Yazımı okuduktan sonra değerli hocam Neyzen Ahmed Şahin’in sesinden “Nikâb-ı zülfünü kaldır görünsün mâh-ı vech-i rûyin” diye başlayan Zeki Ârif Ataergin’in meşhur Bayatî-Araban eserini dinlemenizi öneririm. Kendisine kıymetli ağabeyim Tanbûrî Özer Özel eşlik ediyor. Üstadların “demir leblebi” dedikleri bu eserde, yüksek sanatın sanatkârların elinde nasıl parladığını işitebilirsiniz.
https://www.youtube.com/watch?v=tdxyDYi6-sc
İletişim: neyakademisi@gmail.com
Yorumlar
Yorum Gönder