Perdeler

Değerli hocam Neyzen Niyazi Sayın, mûsikîyi “iki perde arasındaki mânevî münâsebet” olarak tanımlar. Mûsikîde sesleri ifade eden perde kavramının mûsikî tanımında anılması, aslında icra süreçleri açısından değerli bir bakış açısını da ortaya koyar. Perdelerin birbirlerine göre konumlarının değişmesi, seyir denen cümle kurulumu ve hareket tarzıyla yeni bir hâl almaları, mûsikîye geniş ve gizemli bir alan sağlar. Perdelerin birleşerek oluşturduğu dörtlü ve beşliler, yine kendi aralarındaki ilişkiyle dizileri, oradan da makamları oluşturduğunda, bu kadîm sürecin yapı taşı olarak yine perdeleri görebiliriz. Bu nedenle perdelerin nazariyatımız içerisindeki yeri, icra açısından hayatîdir denebilir.

Perdelerin nazari sistem içerisindeki -başka bir deyişle mûsikînin yazılı kısmındaki- önemini bu şekilde özetledikten sonra, icradaki değerine de bir bakmak gerekir diye düşünüyorum. Bazen mûsikîyi dinlerken -örneğin bir taksim içerisinde- bir bölüm, bazen de icranın tamamı bizi zamandan ve mekândan adeta koparır. Aynı makamda icra edilen sayısız eser içerisinde bu türden eserler niçin azdır ve neden bizi böylesine etkiler? Burada iki belirleyici unsur vardır bana göre: tavır ve perde algısı. Bu iki hususiyetten ilki, icracının herkes gibi söylemeyerek/icra etmeyerek ortaya koyduğu tavırdır. Burada sanatkârı farklı kılan hususlar bizi zamandan ve mekândan ayırırken, onu da alışılmış olandan ayırıverir. Meselenin bu kısmı başka bir yazımın konusu olabilir diyerek bir virgül koyduktan sonra, perdelerin buradaki rolüne değineyim. Perdelerin birbirine göre konumlarına dair kendi algısını geliştiren sanatkâr, herkes gibi, kâğıttaki gibi, alışıldığı gibi icra etmediği vakit, duyumda bir farklılık ortaya koyar; bu da onu farklı bir yol açmaya doğru iter. Tanburi Cemil Bey, Yorgo Bacanos, Şerif Muhittin Targan ve daha nice icracıları kendi çağdaşlarından ayıran hususiyetler de bu iki başlıkta toplanabilir. Unutulmamalıdır ki perde algısı bir ruh derinliği ister ve sınırları insanın gönül dünyasının hacmi ile doğru orantılıdır. 

Gelelim dinleyiciye… Perdelerin birbirine dair konumlarının insan ruhunu sarsacak şekilde değişmesini hissetmek için nazariyat ve nota bilmeye gerek yoktur elbette. İnsan, tıpkı sanatkâr gibi, gönül dünyasının hacmiyle orantılı olarak perdeleri içselleştirebilir. Bu kabulleniş, onun ruh iklimini hâlden hâle sokabilir. Eğer icracıyla dinleyici perde algısı hususunda birbirlerine yaklaşabilirlerse, bu defa süreç bambaşka bir hâl alır; gönüller adeta birbiriyle dertleşir, söyleşir mûsikî üzerinden. Sanatkârı “güzel” olanı aramaya, güzel söylemeye, boyamaya, icra etmeye, işlemeye iten işte bu zemindir. Geçmişte yazılmış bir “Elif” harfi bugünün insanının yüreğine dokunabiliyorsa; bir tablo, bir şiir ruha tesir edebiliyorsa tüm süreç, bu zeminin üzerinde icra olunuyordur. Zeminin genişliği icracı ve dinleyici buluşmalarının toplamı kadardır. Maalesef zemin küçüldükçe mûsikî de küçülecektir. Sanata dair endişelerimizin kaynağı da budur. İzlenmesi, dinlenmesi ve gündem olması bu buluşmanın devamı için değerlidir/elzemdir.

Bir Eser Önerisi: Yazımda belirttiğim zamandan ve mekândan uzaklaşma hâlini yaşatacak bir taksimi sizlere önermekten mutluluk duyuyorum. Değerli hocam Neyzen Niyazi Sayın’ın pençgâh makamındaki solosu, insan ruhunun derinlerine hitap ediyor; insanı, hayata dair düşünmeye davet ediyor.

https://www.youtube.com/watch?v=Vp1aDcHw0vk

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Millet Bu Müziği İstemiyor!"

Kavramlarla Gör(eme)mek